İnsan doğduğu, yaşadığı döneme, ülkeye, şehre, mahalleye, sokağa ve hatta eve göre şekillenir. Hepimizin bildiği gibi ilk eğitim ailede başlar. Bizi büyütenler ve öğretmenlerimiz benliğimizin tohumlarını ekerler. Peki sulamak? İşte o bizim işimizdir. Bu noktada inançlarımız girer devreye.
Kişi inançları çerçevesinde var olur ya da olmalıdır.
İnancımız bize “dürüst ol” der mesela. Kendi doğrularınla yaşa, sosyal hayattan dışlanma korkusuyla yönünü değiştirme, kalabalıklarda da doğruna sadık ol!
Sev der. İnsanı yaratandan ötürü sev. Eksikleriyle sev, olduğu gibi sev.
Kibirden uzak dur, böbürlenme!
Vakur ol, darda sıkıntıda da olsan çizgini bozma!
Yardımda yarış, hayırda yarış, dünyanın güzelliklerine kanma!
Cömert ol, istenmesini bekleme, infak ederken gözden çıkardıklarını değil en değerlini verecek kadar cesur ve merhametli ol.
Komşun açsa sen tok yatma!
İnançlarımız dahasını da der, iyi insan olmak adına ne varsa fısıldar kulağımıza. Önemli olan ne kadar duyduğumuzdur. Karakter inşamıza ne kadar tuğla koyabildiğimizdir esas olan. İdealize ettiğimiz ile olduğumuz kişilik arasındaki fark yaşam doyumunu belirler. Fark açıldıkça depresifleşir şahsiyetimizden uzaklaşırız. Yoksa var olmak kolay, mühim olan karakterle var olmak.